“Çocuktan al haberi”ni kim söylemişse çok doğru söylemiş! Spora ilişkin bir fakültede çalışınca ve de birçok branşın, birçok sporcusuyla hâliyle iletişimde olunca ve var olan yapılara çomak sokunca, sporumuzun görünmeyen yüzünü daha iyi görüyor ve anlıyoruz.
Yurdumuzda sezon boyunca her yenilgi sonrası ya teknik insanı, ya hakemi ya da oyunculara suç bulurlar. Takım ruhunun olmadığından dem vurdular. Güya kendilerin takımcı, diğer arkadaşlarının bencil olduğunu vurgularlar.
Yenilgi sonrası? “Konsantrasyon eksikliğimiz vardı, önümüzdeki maçlara bakalım” cinsinden demeçler verirler… Takımın bir bölümünü her türlü şamar oğlanı yaparlar… Gazetecilere el altından her türlü iç dinamiklerin satışını yaparlar… Sohbet koşularında en arkada kalıp, önde koşan veya yanda ekiple birlikte koşan antrenöre sürekli olarak sallarlar… Üç kuruşluk top oynamazlar ama dünyanın parasını isterler… Özellikle hazırlık dönemindeki kroslardan kaytarmak için türlü türlü sakatlık yaratırlar… Yenilgi sonrası sürekli olarak yönetimin son taksidini öne sürerler.. Primlerin düzensizliği yüzünden sürekli olarak düzeni altüst ederler… Antrenöre sallayamazsa hakeme sallamada birebirdir bu arkadaşlar. Bu da kesmezse medyaya sallarlar… Sosyal medya üzerinden eski takımlarına suç bulmada ve tüm başarısızlıklarını da eski takım arkadaşlarına yüklemede başarılı olduklarını sanırlar… Mentörle çalışmayı hiç sevmezler…
Eleştiri mi? Kendine yapıldı mı asla tahammül edemez ama başkalarına bini bir para. Üstelik de yalan, yanlış, kandırmaca… Okumak ve daha çok çevre farkındalığı mı? Daha çok siyaset, ekonomi, sanat ve diğer sosyal olaylara ilgi mi? Asla… Konuşmalarında “biz” lâfını duyamazsınız. Anca da “ben” derler… Küçük dağları onlar yaratmıştır. Tabii büyükler de babalarından miras kalmıştır. Kulübü babalarının çiftliği sanırlar ve de öyle bir ruh hâli içerisinde her yaptıklarında haklı olduklarını sanırlar… Kısa mesaj servisleriyle sürekli olarak takım arkadaşlarının ahengini bozarlar…
Metabolik ısınma mı? Asla dikkat etmezler. Antrenmanlara ve yemeklere sürekli geç gelirler… Kamu yararına faaliyetler mi? E ona da asla yanaşmazlar. Açılış, kapanış, kimseziz ve yardıma muhtaç bebelere yardım mı? Hakgetire… Sürekli olarak ya rüzgârdan yakınırlar, ya da bunu sürekli olarak vizileyerek dile getirirler… Etki altında çok kalırlar… Korkaktırlar. Yüzünüze değil ama arkadan çekiştirmeye bayılırlar… Asla sırdaş değildirler… Abuk sabuk konularla gündemi meşgul etmeyi çok severler.
İşte bu arkadaşlara bir çift sözümüz olsun; “Hiç kimse kulüpten üstün değildir. Olamaz da. Ya uyumlu bir performans sergilersiniz, ya da one way ticket’le kapı dışarı. Yeteneğiniz bizi hiç ilgilendirmez. Biz önce kişilik ve karaktere, sonra yeteneği dikkate alırız. Artistik yapmayın. Yoksa olaylara açılan pencereden kapı dışarı be arkadaşlar. Ben dahil herkes ayağını denk alsın. Akıllı olun yoksa aklınızı alırım” cinsinden ufak bir dürtmeye her zaman gerek duyulur. Haaa, bu arada bu yazımızın başlığını da duayen gazeteci abimiz Özer Hatay’ın köşe adından iham aldık. Rahmetlere.